15 Haziran 2015 00:58

TÜSİAD ve MÜSİAD’ın ittifak kurması şaşırtıcı olmaz

Koalisyon tartışmalarını sermayenin ihtiyaçları üzerinden değerlendiren Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Küçük, 'AKP­-CHP koalisyonu, Erdoğan’ı tekrar rasyonalize edecek yeni bir yapı oluşturmak açısından sermaye için daha uygun görünüyor' diyor. (Fotoğraf: Erdost YILDIRIM)

Paylaş

Serpil İLGÜN

Türkiye’nin en kritik seçimine en eşitsiz koşullarda giren HDP, aldığı yüzde 13’le ülke siyaset aritmetiğini değiştirdiğinden, Türkiye siyaseti bir haftadır gün gün, hatta saat saat değişen koalisyon senaryolarını tartışıyor. “CHP, AKP’ye evet der mi; MHP, HDP ile yan yana gelir mi; erken seçim olur mu; heybesindeki yolsuzluk hikayeleri AKP’nin elini güçsüzleştirir mi; Erdoğan anayasal sınırlara çekilir mi; çözüm süreci ne olacak?..”

Koalisyon senaryolarının gazetelerin, haber sitelerinin, tartışma programlarının ana meselesi olmaya devam etmesinin doğal bir tarafı olmakla birlikte, 7 Haziran’ın ortaya çıkardığı pek çok başka sonucun tartışılmasını bloke ettiğini de not etmek gerekiyor. 

Seçimin ortaya çıkardığı tabloyu konuşmak üzere, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Küçük’le bir araya geldik ve mütemadiyen değişen koalisyon senaryoları üzerinden değerlendirmeler yapmanın zorluğunu azaltmak için, verilen beyanatlar, o beyanatlara verilen yanıtlardan çok, seçim sonuçlarına ve meselelerin arka planlarına odaklanmaya çalıştık. Siyaset sosyolojisi, sosyal hareketler, vatandaşlık alanlarında önemli çalışmaları olan Bülent Küçük’le söyleşimizin ilk bölümünde, koalisyon tartışmalarını sermayenin ihtiyaçları üzerinden değerlendirdik ve AKP’nin aldığı yüzde 41 oranındaki oyu masaya yatırdık. Söyleşimizin yarınki bölümünde ise, 7 Haziran sonuçlarına HDP üzerinden bakacağız ve emanet oy, Türkiyelileşme ve çözüm süreci başlıklarını ele alacağız. 

Koalisyon senaryolarıyla başlayalım. AKP-CHP ya da AKP-MHP seçenekleri en güçlü seçenekler olarak değerlendiriliyor ama sizin için olası seçenek hangisi?
Bir analizde bulunmak için henüz erken olmakla birlikte şöyle yanıtlayabilirim; hangi siyasi partinin perspektifinden bakıldığında koalisyon kimin için en faydalı olabilir? Kimin işine yarar? Tarihsel, ideolojik, kültürel, toplumsal tabandaki geçişkenlik üzerinden bakıldığında AKP ile MHP’nin daha fazla örtüştüğünü söylemek sosyolojik olarak yanlış olmaz. AKP-MHP koalisyonunun kurulması, AKP’nin de tercih edeceği bir şey olur. MHP için de böyle bir koalisyon devletin imkanlarından, kaynaklarından ve prestijinden yararlanma imkanını doğuracaktır.  Bu, -MHP’nin daha önce de koalisyona girdiğini hatırlarsak- Devlet Bahçeli’ye de uyan bir şey.

HDP pozisyonundan baktığım zaman ise, en iyi koalisyon imkanının AKP ile CHP arasında olması gerektiğini düşünüyorum. 

HDP’nin pozisyonuna geçmeden; 7 Haziran akşamından bu yana Kılıçdaroğlu kapıyı kapattı mı, Erdoğan ne yapacak veya kırmızı çizgiler yumuşuyor/sertleşiyor vs üzerinden aslında bir görüntüyü tartışıyoruz. Sizce, “nasıl bir koalisyon” ve “esas aktör kim” sorularının yanıtı için nereye bakmalıyız? Örneğin, AKP ve CHP koalisyonunu arzuladığı yönünde 7 Haziran öncesinde de işaretler veren yerli ve uluslararası sermayenin bu arzusu ne oranda belirleyici?
Asıl aktörden çok, aktörler var. Yerli ve global aktörler var. AKP’nin çığırından çıkan politikasını gemlemek isteyen, özellikle kimlik politikaları, yeni Osmanlıcılık, Suriye- Ortadoğu politikasında gerçekle ilişkisini koparmış, neoliberalizmin –sosyal eşitsizliklere dokunmayan- çok kültürlü politikasının sınırlarının dışına çıkmış AKP’yi tekrar makul bir çerçeveye çekmeye çalışan yerli ve global aktörler var. Ve bu güçler -MHP’yi fazla güvenilmez bulunduğu için- CHP ile koalisyon seçeneğine yakın duruyorlar. 

Sermaye cephesinden baktığımızda, bütün bu köprü, havaalanı vs projelerinde devlet imkanlarından yararlanamayan bir büyük sermaye var ve bu büyük sermaye global olarak yapılanmış bir sermaye. Ve Erdoğan’ın görece bu sermayeden kopuşu söz konusu. TÜSİAD’dan koparak MÜSİAD üzerinden yeni sınıfını yaratırken başarılı olmuş ama sonunu getirmemiş ve onun siyasal ve hukuki üst yapısını da henüz kuramamış. O yüzden ben hep ara rejimden bahsettim. Özellikle son bir yıldır ara rejimde yaşadığımızı düşünüyorum.

Dolayısıyla başkanlık, bunun üst yapısını kurmuş olacaktı?
Evet. Burada bir müdahale elbette var ve “üst akıl” dedikleri de o. Üst akıl, büyük sermayenin Türkiye’deki ayağı olan, yerli nasyonal burjuvazi. O yüzden çoklu aktör var. Erdoğan’ın kendi “özerkliği” olduğu için, o kestirememezlik, ne yapacağının belirsiz oluşu üzerinden AKP-CHP koalisyonu Erdoğan’ı tekrar rasyonalize edecek yeni bir yapı oluşturmak açısından sermaye için daha uygun görünüyor.

7 Haziran’ın ortaya çıkardığı sonuçlar, -sizden alıntıyla- “AKP’nin ihya, hizmet ve randıman üzerinden kurduğu kalkınmacı şirket devlet rejimi”ne nasıl etki eder? 
Devleti şirket gibi yönetmek, Erdoğan tarafından birkaç ay önce yeniden ifade edildi ama tarihi 2004’e kadar gidiyor. Devletin şirketleşmesi hikayesi, Türkiye’ye mahsus bir durum da değil. Neoliberalizmin piyasa ölçekleri üzerinden yeniden yapılandırılması, masraf ve kâr oranlarının buna göre yapılandırılarak, parlamento gibi mekanizmaların alanının daraltılarak, komisyonların alanlarının açılması, uzman ve teknokratların alana çıkması gibi uygulamalar var. Bunlar AKP’nin ilk dönemlerinde yapılan şeylerdi ve bu Türkiye’nin batısında veya Avrupa’da bir eleştiriye tabi tutulmadı. Çünkü zaten istenen bir şeydi ve AB, Amerika ya da şurada burada devletin şirketleşmesi karşılığını bulmuştu. 
Fakat devletin belli alanlarda küçültülmesi, belli alanlarda yine alanın genişletilmesi, -neo liberalizmin aynı zamanda devleti büyüten bir şey olduğunu da biliyoruz- ama genişletirken de bu kadar farklı ve fazla sayıda kimliğin dışlanmasının, Türkiye’deki neoliberal şirket devletin özgünlüğüne tekabül eden bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü neoliberal şirket devlet, Türkiye’de bütün olağan akış içinde ilerlemenin ötesinde, yeni bir kimlik politikası, yeni bir Osmanlıcı emperyal bir rejim kurma sevdasına girdiği için Batıdaki o “üst akıldan” farklılaştı ve ona karşı konumlanmış oldu. 

7 Haziran’ın ortaya çıkardığı tablo bu rotaya ne oranda ket vurdu?
Bu işi frenledi. Nasıl olacak göreceğiz ama Hem Mısır, Suriye, İsrail politikası, hem de bahsettiğimiz devletin kolonize edilmesi ve otoriterleşmenin frenlenmesi anlamında parlamenter demokrasinin yeni baştan o eski ölçeklerine geri dönmesi bakımından etkisi olacaktır. Zaten CHP ile olacaksa böyle bir koalisyon olacaktır. Çünkü koalisyon olması için kendinizin dışında birilerine bir şey vermeniz gerekli. 

AKP’nin olabildiğince ana damarları elinde tutacağı, içişleri, dışişleri, Adalet, Ekonomi gibi bakanlıkları vermeyeceğine dair analizler var...
Ekonomik politika açısından CHP ile AKP arasında çok fark olacağını düşünmüyorum. Türkiye’de büyük sermayenin şu anda palazlanmış yeni sermaye ile görece uzlaşması şaşırtıcı olmaz. TÜSİAD ve MÜSİAD’ın yeni bir  konsensüs üzerinden ittifak kurması, daha Marksist bir yerden baktığımızda da bizi şaşırtmaz. İkincisi; yolsuzluk, hukuksuzlukla bağlantılı olarak, muhalefete alan bırakmak istemez AKP. Çünkü bu alanlarda yapılacak yasal dönüşümler yargı süreçlerini başlatacağı için AKP’nin sonu olacağı endişesinin başta Erdoğan olmak üzere AKP’de çok yoğun olduğunu düşünüyorum. 

Belirttiğiniz endişe, AKP’nin kırmızı çizgilerinin başında geliyor. Öte yandan yolsuzluk ve Erdoğan’ın pozisyonu başlıkları muhalefetin de kırmızı çizgisi. Sorunun nasıl bir formülle aşılacağını düşünüyorsunuz?
Yanıt vermek çok zor. Bir kere AKP’nin kırmızı çizgi koyma imkanı var mı, emin değilim. Artık muktedir pozisyonda olmadığı için eğer bir koalisyon olacaksa, en az zarar göreceği şekilde konumlanacaktır. Birkaç bakanın yargılanması, Cumhurbaşkanlığı ile ilgili birkaç vaat de bulunma vs şeklinde olabilir. Ama bunların da AKP içindeki “parti büyüklerinin” etkisi ile olacağını düşünüyorum çünkü son dönemde sesleri biraz daha öne çıkıyor gibi görünüyor. Dolayısıyla belli tavizler verilerek, -ki taviz vermek bu işin doğası- Erdoğan’ın gücünün sınırlandırılması ve yolsuzlukla ilgili kimi şeylerin ya geciktirilmesi, ya da sınırlı tutulması söz konusu olabilir. 

Seçim kampanyası boyunca AKP ile koalisyon kurmayacağını deklere etmesine rağmen, “Sorumluluktan kaçamaz” vs denerek, HDP’nin de koalisyon seçeneklerine dahil olması yönünde bir basınç var. Katılır mısınız? 
HDP burada sorumluluk açısından bakıldığında en sonuncu sıradaki parti çünkü dört parti içinde en az oyu almış. HDP’nin Türkiye’nin geleceğine dair, demokratikleşmeye dair en farklı ve en radikal projesi olan siyasi parti olduğunu düşünürsek, otoriterleşmenin ve şirket devletin tam tersini savunan bir siyasi parti olarak AKP ile uzlaşması, diğer siyasi partilerle uzlaşmasından çok daha zor. Seçimlerde iki temel siyasi proje yarıştı. Birisi başkanlık rejimi ve onun şirket devlet üzerinden örgütlenen otoriter yapısı, öbürü de tam bunun tersi olan, herkesin katılımını sağlayacak, doğrudan demokratik kanalları açan bir HDP projesi. Bu yüzden AKP ile koalisyonda bulunmasını gerektirecek çok daha az sebep görüyorum.

GÜNDELİK HAYATLARA GİREBİLEN TEK PARTİ HÂLÂ AKP

AKP 7 Haziran’da önemli bir yara aldı ama yüzde 41’le birinci parti olma pozisyonu değişmedi. Yüzde 41’i nasıl analiz edersiniz? Bu oran, AKP’nin meşruiyeti, sizin ihya politikası olarak tanımladığınız gündelik hayattaki nüfuzu için bize ne söylüyor? 
AKP daha önceki rejim tarafından itibarsızlaştırılmış ve yoksullaştırılmış kesimlerin ihtiyaçlarını ve taleplerini kısmen soğurtan, kısmen karşılayan bir siyaset üzerinden kendi rejimini inşa etti. İhya politikası olarak değerlendirdiğim bu politika yoksul insanların, güvencesiz sektörlerde çalışan Türklerin, Kürtlerin ve başka kesimlerin hayatlarına değerek, kadın-aile politikaları üzerinden gündelik hayatlarına girerek inşa edildi. Yüzde 41 oranında oy almasının en önemli noktası, hala buna alternatif bir siyasetin Türkiye’nin batısında geliştirilemediğini gösteriyor. Türkiye’nin batısında gündelik hayata sirayet etmeyi HDP de yapamadı. Son dönemlerde biraz daha fazla örneğin İstanbul’da Sancaktepe’de, Bağcılar’da ya da Pendik’te mitingler düzenlendi, ama miting yapma değil mesele. Gündelik hayata girmek, sürekli orda olmayı gerektiren bir şey.

Kürdistan’da (çözüm süreci etkisi dışında) nasıl kırıldı peki? 
Kürdistan biraz farklı. Maddi imkanların giderilmesi üzerinden değil ama Kürtlerin gündelik hayatlarıyla çok fazla temas içinde yaşayan, onların beklentileri, endişeleri ve ihtiyaçlarından çok daha haberdar milletvekilleri ve politikacılar söz konusu. AKP daha önce cemaat, sivil toplum üzerinden Kürdistan’a gidiyordu. Ama cemaat de çekilince, AKP daha fazla boşlukta kalmış oldu. Dolayısıyla sadece devletin zabıta kuvvetleri, kaymakam ve valileri üzerinden insanların gündelik hayatlarına sirayet edemiyorsunuz. 

BAYKAL, DEVLETLEŞMİŞ BEDENLERDEN BİRİ ERDOĞAN’LA YOKLAMA YAPTILAR

Erdoğan’ın, Deniz Baykal’la görüşme hamlesini siz nasıl okudunuz? 
Bilgisine vakıf olmadığımız, sadece resmini gördüğümüz bir imaj üzerinden konuşmak zor. Ama bu imajın bir geçmişi var. Hükümeti kurması gereken bir güç varsa o Erdoğan değil, Davutoğtlu. Görüşülmesi gereken kişi de Baykal değil, Kılıçdaroğlu. Bunun tuhaflığı içinde baktığımızda bir yere oturtamıyoruz ama öte taraftan bu devletin kadim politikacıları vardır Demirel gibi, Baykal gibi, Hüsamettin Cindoruk gibi kişiler var. Tamamen devletleşmiş bedenlerden biri olarak, bu tür kriz zamanlarında devreye giren, hortlayan figürlerden biri olarak görüyorum Baykal’ı. Geçmişin hukukuna dayanarak bir yoklama yapıldı diye düşünüyorum. 

CHP BÜTÜN MESELEYİ EKONOMİYE İNDİRGEDİ

CHP’nin ekonomi üzerine kurduğu strateji neden karşılık bulmadı?
CHP, bir önceki dönem, sosyal politikalara tek laf etmeden bölünme, sekülerizm ve laiklik üzerinden yapılan kampanyanın bu kez tersini yapmış oldu. Bu kez orayı hiç konuşmadan, AKP’ye hiç yanıt vermeden kendi ajandasını kurmaya çalışan bir CHP gördük. Yani bütün meseleyi ekonomik kriz, kalkınma ve sosyal politikalara indirgeyen ama onun dışında farklı dünya görüşleri ve tahayyülleri olanların hayatına girmenin sembolik ve kültürel kodlarına sahip olmayan, o dili konuşmayan, konuşmaktansa konuşmamayı tercih eden; yoksulluk meselesini maddi kaynakların yeniden dağılımına indirgeyen ama kültürel dışlanmaya bir söz üretememiş bir CHP var. Böyle bir sıkıntı var bence. 

KİRLİ TAKTİKLER AKP’Yİ KÜRDİSTAN’DA SİLİP SÜPÜRECEKTİR

Erken seçim olasılığı giderek bir seçenek olmaktan çıkıyor gibi görünse de, hangi koalisyon formülü içinde yer alırsa alsın AKP’nin en kısa zamanda erken seçime gideceği yönünde yorumlar var. Hatta Diyarbakır provokasyonları, AKP’nin erken seçim hazırlığının bir parçası olarak da değerlendiriliyor. Sizce erken seçim, AKP’ye tek başına iktidar imkanını yeniden sağlar mı?
AKP’nin yeniden tek başına iktidar olabilmesini mümkün kılacak tek koşul HDP’nin baraj altında bırakılması. Malum, AKP seçim öncesinde bütün mesaisini buna harcadı -ve bunun bedelini her zamanki gibi Kürtler ağır ödedi-  fakat başaramadı: Kürdistan’da düşen AKP oldu. Erken seçim taktiği -AKP şiddet ortamını beslediği, kendi elini kirletmeden taşeron örgütleri mobilize ederek çatışma ortamını derinleştirildiği ve böylece HDP’yi kriminalize edilebildiği ölçekte -AKP’yi tekrardan tek başına iktidar yapabilir. Fakat böylesi bir kirli taktik HDP’nin Türkiyelileşme vizyonuna zaiyat verse de, AKP’yi Kürdistan’da daha da fazla silip süpürecektir. HDP Kürdistan’da yegane siyasi güç olma durumunu daha da pekiştirecek  ve daha  fazla millileştirecektir. AKP bu riski alır mı, görmek lazım. 

Yarın: HDP CHP’lileşir mi?

ÖNCEKİ HABER

Büyük işçi direnişi: 15-16 Haziran

SONRAKİ HABER

'İbrahim Aras cinayeti de faili meçhul bırakılmak isteniyor'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa